Tasavvufa dair

 
Soru:  Öyle anlaşılıyor ki,  eserlerinizde dini konularda bazı aktarımlarınız var.  Çünkü gerek şiirlerinizde,  gerek nesir kitaplarınızda Tasavvuf' un izlerine rastlamak mümkündür.  Sizin görüşlerinize göre Tasavvuf nedir?  İnsan hayatında gereği ne kadardır?

            Cevap:  İnsanlar,  sanat eserlerini ortaya koyarken,  iki düstur' dan hareket ederler.

            Bunlardan birincisi:  Sanat,  sanat içindir düsturudur.

            İkincisi ise:  Sanat toplum içindir,  düsturudur.

            Sanat sanat içindir düsturunu takip edenler,  yaptıkları eserlerinde mükemmeliyeti yansıtmaya çalışırlar.  Onun için eserlerinin dış görünüşü kusursuz olsun isterler.  Bunun için eser' in zahirini ( Harici görünüşünü )süslemeğe çalışırlar.  Onların amacı,  sanat eserinin,  kusursuzluğu yansıtması ' dır.  Eser ne derece mükemmelliği yansıtırsa,  değeri o kadar fazla olur.  Bu,  gören göz organının görüşüne hitap etmektir.  Genellikle fani,  yani pozitif düşünce ekolünün tarzıdır.  Bunlar batınla( Eserin öz yapısı,  yani iç yapısı ile ) fazla ilgilenmezler.

            Ancak bana göre bu,  eksik ve mükemmellikten uzaktır.  Çünkü özü,  dış görünüm maskelemektedir.  Eserin özünü yansıtmaktan uzaktır.  Bu gibi eserleri gözlemleyenler,  eserin öz yapısından ziyade sanatkarın iç yapısını yansıtma biçimi ile de ilgilenirler.  Yani bu durumda sanatta mükemmellik,  eserin özünden ziyade sanatkarın ruh yapısındadır.  Sanatkar' ın ruh yapısının anlaşılmasının,  toplum bireylerine fazla katkısı olmaz.  Çünkü insanlar yönünden fayda gözetilmemiştir.

            Sanat Toplum içindir düsturunu izleyenler ise,  ortaya koydukları eserlerde topluma olumlu mesajlar vermeğe çalışırlar.  Yani bu eserler,  toplum bireylerine fayda konusunda bazı mesajlar verir.  Onun için sanat eserinde dış görünüşünün mükemmelliğinden ziyade,  öz' ün mükemmelliğine önem verirler.  Bunlar elbette ki dış görünüşü de süslerler.  Ancak özü,  yani içeriği görebilen gözlere ilettikleri mesaj asıldır.  Bunu ise ancak kalp gözü ile gören gözler anlayabilirler.  Kalp gözü ile görebilmek ise,  her insanın yapacağı şey değildir.  Bunun için insanların,  manevi eğitime de ihtiyaçları vardır.

            İşte tasavvuf' un amacı,  dışı süslemek değil,  özü süslemek,  dış görünüşteki mükemmelliği değil,  özdeki mükemmelliği görebilmek kabiliyetini sağlamaktır.  Yani tasavvufi bakış tarzı ile bakmak,  mükemmelliğe göz organı ile değil,  kalp gözü ile bakmaktır.  Böyle bakmasını bilenler,  sanat eserinde güzelliğe,  düzene,  estetiğe ve mükemmelliğe bakarken eserde Yaradan' ın kemal vasıflarını müşahade ederler ( Gözlemlerler ).  Bunu sağlayan bir ilim vardır.  Tasavvuf dilinde bu ilme “  Marifetullah”   denilir.  Marifettullah demek,  Allah-ü Zül Kemal  Hazretleri hakkında bilinmesi lazım gelen bilgiye sahib olmak demektir.

            Tasavvuf,  genellikle,  Allah ile kul arasındaki  içsel münasebetlerde,  Din' in  inanç kurallarının tümünde,  yani şeriat esalarında en küçük bir sapma olmaksızın,  Yakin iman hasil etmek için  kalbi temizlemek,  noksan sıfatlarla,  kötü vaıfları ve sıfatları kalbden uzaklaştırp,  kalbi kemal sıfatları ve vasıfları ile doldurmaktır.  Yani sırat-i müstakim üzere kalbi Allah sevgisi ile doldurmak ve kalpten dünya sevgisini çıkarmaktır.  Yani kalbde Allah' ın sıfatları ile sıfatlanmaktır.  Çünkü AllahuTaala hadis-i Kudside”  Ben insanoğlunda iki kalp yaratmadım”   buyurmaktadır.  Yani kalbde hem Allah sevgisi,  hem dünya sevgisi bulunmaz.  Biri kalbe dolunca,  diğeri kalbi terk eder.

            Tasavvuf' un büyükleri buyurmuşlardır ki,  Dinin şeriatından sapma varsa,  yapılan amellerin,  bir arpa tanesi kadar değeri yoktur.  Bu konuda genel düstur,  “  Ehl-i Sünnet vel Cemaat “  akidesi ile ifade edilir.  Tasavvufi düşünce tarzı şeriat kurallarının dışına taşmamış olmalıdır.

            Tasavvuf,  bir kavram olmaktan ziyade bir amel,  eylem ve uygulamadır.  Bunun derecesine göre  anlam ifade eder.  Bunun en basit yolu ise,  avam tabakasındaki ( İlmi yönden en az gelişmiş kitle ) insanlar için bile Farz-i ayın ( Her bir ferdin yapmakla behemahal sorumlu olduğu ) olan Riyazet ve mücahede yolu emri maruf ve Nehy-i Münker yapmaktır.  Mesela Namaz kılmak,  oruç tutmak gibi yapılmasında sevap olan ve fakat emredilmiş dini vecibeler  yerine getirilince emr-i maruf yapılmış olur.  İçki içmek,  zina etmek haram yemek gibi yasaklanmış şeyler  yapılınca da günah işlenmiş olur.  Bu günahlardan kaçmakla da Nehy-i Anil münker yapılmış olur.  Bunlar ana düsturlardır.  Bu düsturlardan ayrılmamak kaydıyla emredilmemiş olduğu halde yapılan nafile ibadetler de imanı süsleme gayretidir ki,  amaç Allah rızasına nail olmaktır.  Bunun da çeşitli yolları vardır.  Aslında tarikat da bu konuda izlenecek fazlalık yan yollar demektir.  Bu nedenle tarikat,  kesinlikle şeriat yolundan sapmadan yapılmalıdır.  Öz' ü terk edip teferruata yönelmek ifrat olur.

            Bu anlamda tasavvuf yolu,  iman' ı yakın derecesine eriştirmek ,  yani kötü vasıflardan kalbi temizleyip mükemmellik vasıfları ile doldurmak( Nefsi tezkiye etmek  )için izlenecek yoldur.  Bu yolun ise üç kılavuzu vardır:  İhlas,  İhsan   ve huşu.  Bu üç unsurun bulunmadığı iman,  yakin iman değildir.  Kalb bu durumda hasta bir kalbdir ve tedaviye muhtaçtır.

            Kalb,  nazargah-i ilahi' dir.  Yani AllahuTaala ve takaddes hazretleri kullarının amelinden ziyade,  kalplerine bakar.  Böyle olunca,  kalbde kötü olan çirkin olan ve fani olanın yer almaması lazımdır.  Halbuki insanlar nefisleri ile beraber yaratılmışlardır.  Nefis ise,  dünya hayatına meyl ettirir.  Şehveti ve haramı sevdirir.  Bir kere kendisine taptırdı mı,  artık kulun nefsi Rabbi olur.  Onun her emrini yerine getirir.  Nefis,  aceleci,  nankör ve küfre meyyal olarak yaratılmıştır.  Nefsin hakim olduğu kalbde:  Şehvet,  kin,   hased,  riya,  ucub,  kıskançlık,  gazab,  uzun emel,  dünya varlığına bağlılık ve mal sevgisi,  makam sevgisi,  şöhrete ihtiras,   ve benzeri,  kötülüğün timsalı olan duygular vardır.  Bunların hepsi,  şeytanın huylarıdır ve bu huylar kalbe doldu mu,  o kalbde Allah sevgisi bulunmaz.  Öyle ise bu kötü huylardan kalbin temizlenmesi lazımdır.  Yerine güzel huy ve ahlak,  huşu,  takva,  vera,  ihlas,  ihsan,   tevekkül,  rıza,  sabır,  kanaat,  cömertlik ve Allah' dan umutvar olmak,  Allah' a hüsn-ü zan gibi güzel huylar ile kalbin doldurulması lazımdır.  Bunlar ise,  AllahuTaala' nın ahlakı,  peygamber ( sav ) ahlakı vbe kur' an ahlakıdır.  Kim de kalbdeki kötü huyları temizler ve güzel huylarla kalbi doldurursa,  AllahuTaala' nın rahmetine mazhar olur.  Çünkü Allah bu kalbe nazar eder.  Allah nazar edince o kalbde muhabbetulllah hasil olur.  Kalb AllahuTaala' dan gelen feyzlerle dolar.  İşte böyle kalb Allahutaala' ya aşık olur.  Allah da böyle kalbin sahibi olan kulunu sever.  Ariflerin dilinde bu makama “  Radiyye' tün Mardiyye makamı derler.  Bu makamda kul Allah' dan razi,  Allah da kulundan razidir.

            Ancak,  kalbi kötü huylardan temizleyip,  güzel huylarla doldurmak hiç de kolay değildir.  Riyazet ve mücahede gerektirir.  Kul' un en büyük cihadı işte bu' dur.  Riyazet,  nefsin yapma dediğini yapmak,  mücahede ise,  yap dediğini yapmamaktır.  Namaz kılmak,  oruç tutmak,  zekat vermek,  şartları varsa hac yapmak gibi.   Nefis bunların yapılmasını istemez.   Bunları,  nefsin isteğine rağmen yapan,  nefsini yenmiş ve riyazet yapmıştır.  Buna karşılık mesela nefis,  konusu haram olan zina etmek,  içki içmek,  şehvete köle olmak gibi kötü şeyleri emreder.  Bunları yapmamak ise mücahededir.  Kötü huyların hepsine birden “  heva-i nefs “  denir.  Kur' an-i Kerim' de şöyle buyrulur:  “  Habibim!  O nefsini put edineni gördün mü?  Şimdi onu helak olmaktan sen mi kurtaracaksın?

            Nefsinin her arzusunu yerine getiren ve konusu haram olan bu gibi şeyleri yapan,  nefsini Rabbine eş koşmuştur.  Böylelerinin varacağı yer,  Cehennem ateşli olarak belirlenmiştir.

            Salih ameller ise kulu Allah' a yaklaştırır.  Kul' un AllahuTaala' ya karşı muhabbet ve aşk taşıması,  AllahuTaala' nın da kulunu sevdiği anlamına gelir.  Çünkü AllahuTaala kimin kalbine sevgisini koymuşsa,  kendisi de onu sevmiştir.  Bütün bunları bilmek marifetullahtır.  İşte Tasavvuf kula,  marifetullah' a erişmenin yolunu açar.

            Tasavvuf ehlinin imanı,  kamil derecededir.  O,  yakin iman ile iman etmiştir.  İmanı taklidi değildir.  Böyle kalbde İhlas,  huşu ve ihsan vardır.  Allah rızasını tahsilden başka bir maksud yoktur.  İman-i hakiki ise,  budur.  İman-i hakiki sahibi kulun mertebesi ise mukarrebün ( Allah' a en yakın olan )makamıdır.

            Tasavvuf,  elbetteki anlatılmakla bitirilecek mesele değildir.  Bu ancak yaşanarak elde edilir.  İnsanı sonsuz mutluluğa eriştiren bir rahmet denizidir.  Nasıl ki yüzme bilmeyen kimsenin denize girmesi halinde boğulması mukadderse,  marifetullah konusunda vukufiyeti olmayanın da tasavvuf denizine girmesi doğru olmaz.  Çünkü bu takdirde az olan imanını tamamen kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir.  Onun için bu yola kendini adayan,  evvela,  İslam' ın şartlarını,  imanın gereklerini iyi bilip uygulamalıdır.  Ondan sonra Marifetullah' a yönelmeli,  bu konuda kendisine bir Mürşid' i Kamil' i rehber edinmelidir.

            Alimler buyurdu ki:  Mürşid-i Kamil' i rehber edinmeyen ve imanı yakın derecesinde olan mü' min,  Nefs-i Mülhime makamına kadar ulaşabilir.

            İşte Tasavvuf,  bu kavramları öğreten bir uygulama yoludur.